Elif Likoğlu
Türk Dil Kurumu, olması beklenen veya olacağı düşünülen şeyi umut olarak tanımlar. Bana öyle geliyor ki umut, insanı yaşatan ve öldüren beklentiler bütünüdür.
Diğerlerini bilemem ama güzel Türkiyemin güzel insanlarının vücutlarının yüzde 70’inin sudan değil de umuttan oluştuğuna dair şüphelerim var. Üstelik şüphelerimi doğrulayacak bir sürü de kanıtım. Örneğin bütün bir yaz boyunca aynı anda milyonlarca insanın tek yürek olup domatesleri ince ince doğrayıp kavanozlara doldurması en güçlü kanıtlarımdan biridir. İnsan böyle bir şeyi ancak kışa çıkacağına dair umudu olursa yapar gibi geliyor bana. Çünkü onlarca kilo domatesten bahsediyoruz arkadaşlar, kasa kasa domatesten, çuval çuval domatesten bahsediyoruz. Kışa çıkacağına dair umudu olmayan insan bulduğu tüm kavanozları domatesle doldurur muydu? Hadi domatesleri kavanozlara doldurdu diyelim, peki bütün o patlıcanları tek tek oyup, iğne iplik ile sıra sıra dizip güneşin kucağına bırakmasına ne demeli? Yazın karınca misali çalışıp kışa hazırlık yapması, sezon sonu indirimi ile bir sonraki sene giyeceklerini satın alması… İşte bunlar hep umut. Adı da “Bir sonraki mevsime yaşarım ben inşallah.” umudu.
Buraya kadar içimizi dolduran o umutla ilgili bir sorunumuz yok bence. Bu umut bizi yaşatan cinsten. Çünkü biz ölmeyecekmiş gibi dünyadaki hayırlı işleri layığıyla yapmakla da sorumluyuz. Ama bir umut daha var ki onun insanın kendi elleriyle damarlarına enjekte ettiği ötenaziden ne farkı var, yetkililerden araştırmalarını rica ediyorum. Çünkü doğru yönetemediğimiz ve doğru yönlendiremediğimiz her şey bizim katilimiz olmaya adaydır. Umut da bazen ellerimizle büyüttüğümüz, solar iken dirilttiğimiz katilimizdir bu yüzden. Çünkü bu dünyada umudumuzu kaybetmememiz ve kesmememiz gereken yegâne varlığı bilmiyorsak eğer damarlarımızdaki kana karışan o zehirli duygu ruhumuzu yavaş yavaş öldürmeye başlamıştır bile. Birçoğumuzun belki de bir yerlerde gördüğü şöyle bir hikâye vardır: Kralın biri, dondurucu bir kış mevsiminde, gecenin soğuğunda nöbet tutan muhafıza, “Üşüyor musun?” diye sorar.
“Ben alışığım kralım,” diye cevap verir muhafız. Kral, “Olsun, sana sıcak elbise getirmelerini emredeceğim,” der ve gider. Ancak bir süre sonra kral emri vermeyi unutur. Ertesi gün duvarın yanında muhafızın soğuktan donmuş cesedini görürler. Duvara da bir şeyler karalanmış olduğunu fark ederler. “Kralım, soğuğa alışkındım fakat senin sıcak elbise vaadin beni öldürdü.” Kralın muhafızı soktuğu bu beklenti, sıcak elbise umudu onun ölümüne sebep olmuştur.
Burada umarım bir hekim kalkıp da hipotermiden falan bahsetmez çünkü bahsetmesin, konunun dağılmasını istemem. Umut ve beraberinde gelen o beklentiler insanı muhafızın yaşadığı kadar hazin bir sona götürmezse de süründürme ihtimalinin çok yüksek olduğunu inkar etmek oldukça zor olur.
Yine bir duygunun dozunda ve kaynağında yaptığımız ufak değişiklikler ile bizi nasıl hayata bağlayan veyahut hayattan koparan bir olguya dönüşebileceğini anlamaya çalıştık. Gördüğünüz gibi yine yaşam koçunuz ayağınıza geldi. Beş dakikada yazılır, teslim edilir. Bir sonraki duygumuzda görüşmek dileği ile. Esen ve ölçülü kalın.
0 yorum