Eda Eylül Üstüner
Dolunaydan başka hiçbir şeyim yok bu gece. Duygularımı aktaracağım bir kağıt kalemim dahi… Sahi duygular aktarılır mı? Mesela uğruna bir yürek yaktığımız o sevgiliye ulaştırabilir miyiz birazını? Belki elden ele, hiç olmazsa dilden dile… Gönülden gönüle diyemiyorum çünkü ziyadesiyle tecrübe ettim, olmuyor. Her neyse, dolunay diyordum. İzini belli etmeden aheste aheste binaların arkasına doğru yol alıyor. Aklı sıra oraya saklanacak. Sığındığı yerde emniyette olacağını düşlüyor galiba.
Zihnimde biraz ay ışığı kaldı. Hatıra olarak saklamam mı gerekir kestiremiyorum. Saklandığını sanıyor ama ışığı onu ele veriyor. Saklambaç oynarken gözünü yumduğu için görünmediğini sanan çocuk misali. Benden kaçmaksa niyeti, başaramadı. Şimdi izini daha çok sürüyorum. Takipte olduğum tek şeyin dolunay olmadığını fark ediyorum. Bende uyandırdığı hislerin, örtbas etmeye çalıştığım yalnızlığımın ve hududu çizilmemiş dertlerimin… Evet, sizin peşinizdeyim. Ne zaman bu kadar yer kapladınız içeride? Oysa bana bile yer kalmamıştı yeterince. Neyse dolunay diyordum, karşıma alıp tan ağarana dek dinlemek isterdim seni. Çatı çatı geziyorsun. Kim bilir nelere seyirci oldun? Üzerine yemin edilmiş geceye şahitsin, kapalı kapılar ardında yapılan onca şeffaf işe. Dinlemek mahşere kaldı, biliyorum.
En ilginci de ışığından bir şey kaybetmiyorsun, bunca kötülüğü seyreyleyip geçiyorsun. Demek ki onlardan bir pay almıyorsun. Ben bu kadar sığ alanda içimin kararmasına engel olamıyorum, sen vazgeçmiyorsun. Belki de örnek bir şahsiyet olarak kitaplarımızda olmalısın.
Senden öğrenecek çok şeyim var. Mesela sabır. Yirmi dokuz gün tekrar dolunay olabilmek adına bekliyorsun, belki bir daha hiç olamamak pahasına. Ya da bunca sırrı hiç dillendirmemeyi, hiçbir kötülüğün seni yörüngenden alıkoymayışını mesela. Hiç güneşin ışığına muhtaç değilim diye rest çektiğin, yıldızlardan daha büyüğüm diye kibirlendiğin ya da yeryüzüne daha yakınım diye böbürlendiğin olmuyor mu acaba? Bunca meziyet bu kadar kaprissiz ve kusursuzca nasıl bir bünyede bulunuyor. Mucize isteyişimiz mucizeyi göremeyişimizdenmiş meğer. Öyle ya çoğu zaman burnunun ucundakini göremez insan, yakınlık kör ediverir. Dolunay; dünya, yıldızlar ve güneş ile mesafesini iyi ayarlamış öyleyse. Başarısını böyle elde ediyor.
Yansıttığı ışık belki geceyi aydınlatmaya yetmiyor ama benim hislerimi tüm gerçekliğiyle gün yüzüne çıkarmaya yetti. Nasıl başardı bunu bilmiyorum, hiçbir şey yapmadan bunca iş yapabilmiş olmayı. Yine şöyle bir bakıyorum sağıma soluma, dolunaydan başka hiçbir şeyim yok bu gece. Birazdan o da gözden ırak olacak. Yanıma kâr kalacakmışçasına bıraktığı gerçeklerimle birer birer yüzleşeceğim, bir başıma. Gözlerimi yumunca muaf olduğumu bilmek isterdim; bunca gürültüden, karmaşık ilişkilerden ve yanlış tercihlerimden. Özellikle başta çok doğruymuş gibi gelenlerden… Bir de seçemediklerimiz var tabii, o kara kutuyu hiç açmıyorum. Bu kadarıyla başa çıkamam bu gece.
Yavaş yavaş seansın sonuna yaklaşıyoruz ya da başa sarıyoruz bilmiyorum. Seni tekrar görebilmek için geri sayım başladı. Belki iyileşir, seni beklemeden gecenin üstünü örttüğüm günler gelir, ne dersin? Dolunay üzerine diyalektik konuşmalar yapmış gibi görünsem de bu gece aramızda bir bağ oluştuğuna dair şahitlerim var; kimi zaman herkesten daha gerçek, bir duvar kadar somut şekilde karşımda duran hislerim. Onlar da olmasa kim haddimi bildirecek, düşüncelerimi revize edecek… Neyse dolunay diyordum, daha çok şey öğretmek için yine gel.
0 yorum