Zeynep Vayiç

Animeler, Japonların kendine has çizimlerinin canlandırılmasından oluşur. Bunlar, dizi veya uzun metrajlı filmler şeklinde karşımıza çıkabilir.

 “ Anime mi? Çizgi film yani…” 

Hayır, animeler çizgi film değillerdir. Çizgi filmler daha çok çocuklara hitap edecek şekilde yapılır fakat animelerin hem yaş hem de konu sınırlaması yoktur. Kendi içinde birçok türü bulunmakla birlikte kendine has kavramları bile vardır. 

Aşağıya, animeye karşı önyargınız varsa onları yıkacak ve animeleri size sevdirecek birkaç anime önerisi bırakıyorum.

1.Howl’un Yürüyen Şatosu ( Imdb; 8,2) 

Filmin isminden de anlaşılacağı üzere fantastik bir anime olan Yürüyen Şato, kitaptan uyarlanarak Hayao Miyazaki’nin hayal gücüyle şaha kaldırılıyor. Konusu sevgi ve arkadaşlık üzerine kurulmuş olan filmde, ülkede genç ve güzel kızların kalbini söküp kaçmakla nam salmış yetenekli büyücü Howl ve onunla tesadüfen karşılaşan Sophie’nin hikâyesi anlatılıyor. Fakat bu tesadüf karşılaşma Sophie’nin gençliğine mâl olur. Howl’un kalbine talip olan Kötülükler Cadısı, Sophie’ye büyü yaparak doksan yaşına çevirir. Büyünün etkisinden dolayı durumu kimseye anlatamayan Sophie çareyi evden kaçmakta bulur. Vadide öylece dolanan Howl’un şatosuna sığınır. Şatoyu yürüten ise Howl’un bir cinle anlaşma yaparak kalbini verdiği ateşin gücüdür.  Fakat şato diye nam salmış olan bina aslında hurdalıktan başka bir şey değildir ve Sophie burayı düzeltmeyi kendine görev edinir. Metaforlaştırarak bakacak olursak şato denilen hurdalık aslında Howl’un iç dünyasıdır, Sophie ise ta en başında gençliğini vererek bu dünyaya adım atmıştır diyebiliriz. 

+Bu bir savaş gemisi, şehirleri yakmaya gidiyor.
-Düşmanı mı bizi mi?
+Ne farkeder?

Aynı zamanda film bir savaşın içinde geçiyor. Ülkenin Kralı ise bir zamanlar öğrencisi olan yetenekli büyücü Howl’u yanında görmek ister. Howl ise üzerindeki büyünün etkisi ve Sophie’ye bahsettiği korkaklığından dolayı pek oralı olmaz. Savaş sahnelerinde Hayao Miyazaki direkt olarak isim vermese de II. Dünya Savaşı’nda Amerika’nın hava bombardımanına atıf yapıyor ya da en azından ilk bakışta öyle çağrışım oluyor diyelim. 

Filmde çok güzel birçok sahne var fakat bana göre en güzeli Sophie’nin üzerindeki büyünün Howl’a olan sevgisinin şeffaflaştığı noktalarda etkisini yitirerek genç haline dönmesi. Ah Sophie, üzümlü kekim. 

2.Komşum Totoro (Imdb; 8,2)

Annelerinin hastalığından dolayı küçük bir köye taşınan iki kız kardeşin macerasını anlatan bir film; Satsuki ve Mei. Öncelikle filmi orijinal dublajından ve kulaklıkla izliyorsanız mutlaka sesini kısık tutarak izlemenizi tavsiye ederim. Çünkü bu kız kardeşler aşırı heyecanlı karakterler oldukları için her keşiflerinde kulaklarınızı tırmalayacak tepkiler verebiliyorlar. Hep perili bir evde yaşamak isteyen Satsuki için biçilmiş bir kaftan olan yeni evleri, dedikodulara göre gerçekten de içinde tuhaf şeyler olan bir evdir. Aslında karakterler için bunun hiçbir önemi yok çünkü kapının önünde akan su bile onlar için heyecan vericidir. 

“İnsanlar ve ağaçlar bir zamanlar arkadaştılar.”

Satsuki bir gün okuldayken Mei keşfe çıkar ve ormanın derinliklerine doğru yola koyulur. Köyün ikonik bir temsili gibi olan çok büyük bir ağaçla karşılaşır. Küçük bir kazayla da ismini kendisinin koyacağı gönlüne taht kuran Totoro’nun kucağında bulur kendisini. Tabi tüm bu macerasını kimseye kanıtlayamaz. Ablası Satsuki hariç. Daha sonra gelişecek olan olaylarla birlikte ormanın ruhunun bu kımıl kımıl kardeşlerle olan samimi ilişkisini izlerken anime de olsa “Şimdi gerçek mi yoksa hayal miydi?” demekten alamıyorsunuz kendinizi.

Filmde; doğa, maceraperestlik, hayal gücü ve sevgiyi işleyen Miyazaki, doğaya olan yaklaşımımıza göre doğanın bize geri dönüş yaptığını Satsuki ve Mei’nin saf sevgisiyle anlatmış. 

3.Ruhların Kaçışı (Imdb; 8,6)

Evet, yine bir Miyazaki eseri. Bu anime de Miyazaki’nin fantastik dünyası bizleri görsel şölenin zirvesine çıkarıyor. Öyle bir zirve ki oscar dâhil birçok ödülü hak etmiş ve Japon sinema tarihinin en başarılı filmi olarak geçiyor. 

Film bir ailenin başka bir şehre taşınma yolculuğuyla başlıyor fakat ailenin küçük kızı Chihiro bu durumdan hiç memnun değildir. Gizemli bir tünele varan aile keşif için tüneli geçerek başta normal gibi duran fakat akşamın çökmesiyle farklılaşan bir âleme geçiş yapar. Hava karardıkça ruhların belirginleştiği bir âlem…

Filmde genel olarak küçük bir kızın mevcut tuhaf sisteme karşı mücadelesi anlatılır. Bu âlemde farklı bir yerden gelmiş olan herkesin ismi değiştirilerek gün geçtikçe tüm geçmişi unutturulur ve tek bir kişi için çalıştırılır. Chihiro’nun ise yemek yemekten domuza dönen ailesini kurtarmasının yolu bir hamamda çalışmaktan geçer. Bu yolu ise Chihiro’nun farklı olduğunu direkt anlayan ve yardım eden Haku adında bir çocuk gösterir. 

Ruhların Kaçışı’nda bol bol mitolojik ögeler ve Japon kültürünün esintisini hissedebiliyoruz. Örneğin hamamın sahibi Yubaba, Japon kültüründeki dağ cadısı Yamauba’ya benzetilmiştir. Yine Yubaba’nın isim değiştirerek insanların geçmişini unutturması mitolojik bir anlatıdır. Burada ise Japonların dini Şinto inancına göre insanların sahip oldukları en  önemli şeyin isimleri olmasına atıf yapılmış. 

“Bana verilen ilk buket, veda etmek için. Ne kadar üzücü.”

4.Rüzgâr Yükseliyor (Imdb; 7,8)

Filmimizin başkarakteri, II. Dünya Savaşı’nda Japonların kullandığı savaş uçaklarını tasarlayan Jiro Horikoshi’dir. Yani gerçek bir kişilik fakat tamamen biyografik bir eser değil. Kurgusallaştırılmış bir başarı hikâyesi anlatılıyor. 

Çocukken Jiro’nun rüyalarını süsleyen bir hayali vardır; uçak tasarımcısı olmak. Öyle ki rüyalarında ünlü İtalyan uçak tasarımcısı Caproni ile uçuyor ve sohbet ediyor. Tüm bu rüyaları onun için bir teşvik kaynağı aslında. Bir diğer teşvik kaynağı ise halk… Savaş sebebiyle perişan olan halkı gördükçe hayaline daha çok sarılarak azimle çalışır ve uçak mühendisliğini bitirir bitirmez ülkesi için çalışmalara başlar.

“Batılı güçler tamamı metalden uçaklar yapıyorlar. Onlarla aramızda 10 yıldan fazla fark var.”

 Bir balığın kılçığındaki eğrilikten bile ilham alan Jiro çevresindeki olumsuz tepkilere ise kulak asmaz. Filme ufak bir aşk hikâyesi de serpiştirilerek oldukça sade fakat ilham verici bir eser elde edilmiş.

5.Ateşböceklerinin Mezarı (Imdb; 8,5)

Akuyuki Nosaki’nin öyküsünden uyarlanan bu filmde II. Dünya Savaşı’nda Amerikan hava saldırısıyla annelerini kaybeden bir ağabey ve dört yaşındaki küçük kız kardeşi işleniyor. Babaları da savaşta olduğu için uzaktan bir akrabalarının yanlarına, babalarının döneceği günün umuduyla geçici olarak yerleşen kardeşler bir süre sonra evde istenmeyen kişiler konumuna düşerler. Vakit öldürürken keşfettikleri boş bir sığınağı kendilerine mesken tutarak sağdan soldan buldukları eşyalarla oraya yerleşirler. 

“Neden ateş böcekleri bu kadar çabuk ölmek zorunda?”

Zifiri karanlığı biraz olsun aydınlatabilmek için sığınağın içini geceleri ateş böcekleri ile dolduran kardeşler bir yandan savaşın getirdiği açlıkla da mücadele etmektedir.

Öykü yarı biyografik bir eser olarak geçiyor. Filmin sonunda Ateşböcekleri Mezarı’nın aslında bir ağıt olduğu fark edeceksiniz.

“Anime izlerken de ağlamazsın be!” demeyin ve filmi orijinal dublajından izleyerek Seita’nın sesinin içinize işlemesine izin verin.

6.Gökteki Kale (Imdb; 8,1)

Kahramanlarımızın ayaklarının neredeyse hiç yere değmediği, sürekli oradan oraya koşarak, uçarak ya da gizemli bir kolye sayesinde süzülerek heyecanı hiç kesilmeyen bir anime. Filmde o kadar çok koşuşturma var ki kendinizi oturduğunuz yere “Hadi! Hadiii!” diye sabitleyebilirsiniz. 

Laputa adında Gökteki Kalemiz bir zamanlar robotlar ve insanların yaşam yeri olan cennet gibi bir adadır. Sheeta’nın ailesi ise Laputa’dan ayrılarak dünyaya göç etmiştir. Fakat ailesinin vefatından sonra onlardan yadigâr kalan kristal kolye ile başı derde girer. Hem korsanların hem de devlet ajanları kolyenin peşindedirler. Daha doğrusu kolyeyi pusula olarak kullanarak Laputa’yı sömürebilmenin peşindedirler. Kolyeyi ise henüz farkında olmasa da sadece Sheeta ve onun bildiği büyülü sözlerle aktif hale geçmektedir.

Film, ajanların Sheeta’yı zeplinle kaçırırken korsanların saldırısına uğramasıyla başlar. Kız bu karışıklıktan istifade kaçmaya çalışırken kendini yeryüzüne doğru süzülürken bulur. Gözlerini ise daha sonra yol arkadaşı olacak olan ve Laputa efsanesine inanarak orayı uzaktan da olsa görmenin hayaliyle yaşayan Pazu’ya açar. 

 “Ne kadar çok silah, ne kadar gelişmiş teknoloji olursa olsun, dünya sevgisiz yaşayamaz.”

İnsanların Laputa’yı terk etmesiyle doğayla barışıp cennete dönüşen Gökteki Kale, insanlığın adım attığı ilk dakikalarda bile yıkımlarına maruz kalıyor. Miyazaki’nin insanlığı ve insanların eline geçen her fırsatta tahribattan çekinmeyen vahşiliği eleştirdiğini filmin başından itibaren görebilirsiniz. 

Ah hayal gücü! Sen ne güzel şeysin. 

Not: Fark etmeden hep Miyazaki’nin eserlerini toplamışım ama asla pişman olmayacaksınız. 

Not2: İzlerken tadına varın diye ayrıntıya girmedim ama üzerine konuşulacak birçok detay var.

Not3: Favorim Yürüyen Şato.

Not4: İyi seyirler.

Not5: Yazıyı beğendiyseniz kanalıma abone… Şaka şaka.  

Kategoriler: Film

0 yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir