Habibe Basatemur
Sanayi Devrimi ile birlikte dünya genelinde tüketime olan rağbet gün geçtikçe artan bir hızla ilerledi. Yaradılışı gereği tüketmeye meyilli olan âdemoğlu, nefsinin dünya nimetlerine olan zaafına dur diyemeyince işler çığırından çıktı ve maalesef çıkmaya devam ediyor.
Haddi aşan biz kullarını en iyi bilen, merhametlilerin en merhametlisi Rabbimiz, tüketimde sahip olmamız gereken dengeyi bizlere Furkan suresi 67. ayet-i kerime ile bildiriyor :
“Onlar harcadıkları zaman ne savurganlığa saparlar, ne de cimrilik ederler. Harcamaları, bu ikisinin arasında dengeli olur.” Bu itidalli duruşun sağlanamaması yeryüzünde fesadın yayılmasına zemin hazırladı. Tüketim, tüketim olmaktan çıkıp bir çılgınlığa dönüştü adeta. Mazlumlara zulmeden sözde güçlü devletleri nefislerinin esiri yapan, merhametten yoksun olmalarına sebebiyet veren de hakikatte bu tüketim duygusudur. Kendi dünyalarında sahip oldukları ihtirasları gün geldi yetmedi. Daha çok tüketme hırsı, sözde daha yaşanabilir bir hayat vaadiyle maskeye bürünerek, kendilerine uzanacak bir eli bekleyen milletler üzerinde emeller kurmalarına neden oldu. Akbaba misali üşüştüler adeta bu topraklar üzerine. Tozlu raflardaki tarih kitaplarında anlatılan masallar değil bu yaşananlar. Hepsi birer hakikat. İbret almadığımız müddetçe tekrar edecek hakikatler. Zira biz farkında olmasak dahi bu emperyalist zihniyet kendi emelleri doğrultusunda işgallere hâlâ devam ediyor. Maalesef birçok ülke bu işgalden nasibini aldı. Fiziken işgal edilemeyen milletler zihnen işgal edildiler. Tıpkı bizim gibi!
Celladına aşık nesiller işte bu iradeden yoksun devletlerin, özelinde fertlerin dürtüleriyle gerçekleşmiştir.
Asrımızın hem nimeti hem illeti olan sosyal medyanın sürekli tüketime teşvik etmesi de adeta bu işin tuzu biberi oldu. İrademizi geri plana atarak gerçekten ihtiyacımız olmadığı hâlde yaptığımız harcamalar hem bedenimizi hem yaşam alanlarımızı istila ediyor. Bu kuşatma nihayetinde iç huzurumuzu da menfi yönde etkiliyor. Öylesine akıllıca işlendi ki bu tüketim çılgınlığı, kendilerinin istediği gibi tüketmeyenler hep dışlandı. Bu dışlamayı onlar bilfiil yapmadılar. Aksine kendi toplumları tarafından dışlandı bu hudayinabit kimseler..
Bu çılgınlığa kapılmak istemeyen hudayinabitlerimiz kapılarını kapattılar ilkin tüm dünyaya. Sonra kapanan kapıların adının sanıldığı kadar güvenli olmadığını anladılar. Oyun çağındaki çocuklar bile bu tüketim illetine müptela oldular. Ellerinden düşmeyen telefonlar, tabletler zihinlerini işgal etti. Kendilerine özendirilen sahte hayatlar, henüz hayatın başında olan bu çocukları hayatlarından memnun olmayan, şükretmeyi bilmeyen ve en kötüsü depresif kişiler hâline getirdi. Vaziyet bu kadar ciddiyken, masum yavrular birer birer ellerimizden kayarken gerekli önlemleri almayan, evladını internet kurduna kaptıran ebeveynler bu durumdan sorumludur. Ebeveynlere düşen, gerekli tedbirleri alarak Allah’a tevekkül etmektir. Karalar bağlamak, ağlayıp sızlamak çözüme katkı sağlamayacaktır. Sosyal medyanın açtığı içler acısı olan diğer bir yara ise hanım kardeşlerimizin ekranda gördükleri allı pullu hayatlar uğruna kendi aile saadetlerini kaybetmeleridir.
Gerçekten özenmemiz gereken hayatları bilmediğimiz için bu sahte hayatlar gözlerimizi boyadı.
Kırsal kesimde yaşayan, yokluğun zirvelerini yaşayan büyüklerimizin her hâllerinin huzur dolu olması bizlere bir şeyler anlatıyor olmalı. Zira birçoğumuz onların hayal dahi edemeyecekleri şartlarda yaşıyoruz. Olanca imkanımıza rağmen memnuniyetsizliğimiz bir hayli düşündürücü.
Amacımız sadece mal mülk biriktirmek, biriktirdiğimizi olabildiğince tüketmek oldukça hayran hayran baktığımız o iç huzura ulaşmamız pek mümkün görünmüyor.
Eşyaya ve tüketime verdiğimiz manayı tekrar tekrar düşünmek zorundayız. İnsan için tüketim bir araçtır sadece. Bu araç amaç haline gelince dengeler şaşıyor. İstediği her şeyi elde eden insan nihayetinde hayata dair bir mana bulamıyor. Sadece zevk için tüketici olmak ruhu daralttıkça daraltıyor. Daralan ruhlar tüm dünyada var olmakla birlikte, İskandinav ülkeleri ve Japonya bu buhranların en çok yaşandığı bölgeler. Bu ülkelerin ortak özellikleri gelişmişlik düzeyleri. Bir diğer ortak özellikleri ise dünyada yaşanabilecek zenginliğin zirve noktasında olduğu bu ülkelerde gençlerin patır patır intihar ediyor olması. Bu intiharların altında yatan sebep sadece tüketimin beraberinde getirdiği doyumsuzluk değildir elbette. Başka sebeplerin olması da muhtemeldir. Ancak benim dikkatlerinizi çekmek istediğim yönü şöyle: Her istediğini elde etmek, beraberinde gerçek saadeti getirmiyor maalesef. En genel manada şunu söyleyebiliriz: Manadan uzaklaştıkça hayat dar geliyor, ruh azap çekiyor.
Erich From, tüketici insanın ana gayesini tanımlarken, asıl gayesinin bir şeylere sahip olmak olmadığını, iç dünyasındaki boşluk, yalnızlık ve endişenin üstesinden gelebilme çabası olduğunu söylemiştir.
İnsanın endişe duyması, bazen kendini yalnız hissetmesi tabii olan duygulardır. Önemli olan ise bu duyguyla nasıl başa çıktığıdır. Tüketim bu duygularla başa çıkma yollarından sadece biridir. Ancak bu çözüm yolunun sağladığı fayda anlıktır ve akabinde bu duyguların tekrar zuhur etmesi kaçınılmazdır. Öyleyse öyle bir çözüm bulunmalı ki bu duygularla baş edebilmek mümkün olsun , hiçbir insan bu yoksunluk hissi nedeniyle canına kıymasın.
Biz iman edenler bu yoksunluklarla baş edebilmede gayrimüslimlere göre öndeyiz. Ancak yeterli seviyede olmadığımız da ortadadır.
Bizler sadece bu dünya için yaşayanlardan olamayız. Allah bizlere zenginlik bahşettiyse buradaki manayı idrak etmek için tefekkür ederiz. Ve biliriz ki esasında varlıklı olmak tabiatı itibariyle başa bela değildir. Bela veya saadet olması kişiye bağlıdır. Elindeki mülkü sahiplenmeyen, Allah’ın bir emaneti olarak gören ve bu zenginliği kendi dışındaki din kardeşleri için de tasarruf edenler asıl manayı kavramıştır. Zira akıllı mümin bu malın er ya da geç elinden kayıp gideceğini bilir. Kendisine ikram edilen nimetler onu şımartmaz. O dehşetli günde kimseden fayda göremeyeceğini bilir. Sadece kazanmak ve kendi nefsine tüketmek onun şiarı değildir.
Velev ki Allah’ın bir hikmeti gereği hayat şartlarımız gönlümüzce tasadduka imkan vermiyor. O hâlde yine biliriz ki tasadduk etmek için en iyi şartları beklemek şeytanın oyunlarından sadece bir oyundur. Darlıkta vermeyenin bollukta vermesi de zordur. El ve kalp tasadduka meyilli olmalıdır. Tasaddukun miktarı bizim indimizde önemlidir. Rabbimiz ise niyetleri nazara alır. Önemli olan rıza-i ilahi için az çok demeden verebilmektir.
Allah Resulü bu hakikati bizlere şöyle haber veriyor :
Adî b. Hâtim’in naklettiğine göre, Resûlullah (sav) cehennemden bahsetti, ondan Allah’a sığındı ve yüzünü üç defa çevirdikten sonra şöyle buyurdu: “Yarım hurma (sadaka) ile bile olsa cehennemden korunun. Eğer bunu da bulamazsanız güzel bir sözle (korunun).”
(Müslim, Zekât, 68)
Allah (c.c) bizleri hayatları her daim itidal üzere olanlardan eylesin.
0 yorum